Cinsiyetimizin kişiliğimizi, anlam dünyamızı, ilişkilerimizi belirlemesindeki önemini çoğu zaman yoksayma eğilimindeyizdir. Oysa cinsiyetimiz içsel ve dışsal göndermeleriyle deneyimlerimizi kendi özgün katkısıyla biçimlendirir. Toplumsal cinsiyet olarak kadınlık hem bireysel hem de kültürel kategorilerle kurulur ve yaşanır. Son dönem feministlere göre toplumsal cinsİyet dilsel, söylemsel ve kültürel bir kurgudur. İktidarın bir tanımıdır. Bu feministlere göre toplumsal cinsiyet o kadar muğlak, değişken bir kurgudur ki aslında kadın yoktur. Cinsiyetimizi bu kadar değişken yaşamasak da, kadınlığımız bir türlü sabitleyemediğimiz hep eksik olduğumuzu hissetiğimiz alandır. Hep ya az kadınızdır ya çok kadın. Kadın/erkek ikili konumlanışa karşın bireysel deneyimlerin ve kültürel kategorilerin sonsuz kaynaşması pek çok kadınlık ve erkeklik üretir. Bu çoğul kadınlık-erkekliğe rağmen erkek egemen sistem, cinsiyetleri katı sınırlarla ayırır ve düzenler. Bir dizi beklentiler ve somut pratikleri dayatarak deneyim ortaklıkları, genellikler yaratır. Egemen bir erkeklik ve ona bağımlı kadınlık.

Toplumsal cinsiyetimiz, kadınlığımız “rekabet” ile ilişkimizi de belirler. Çoğumuz rekabetçi duygularla başetmekte zorlanırız. Kendimize yakıştıramayız. Ahlaken olumsuzlarız. Kuşkusuz rekabetin cinsiyet ilişkilerini aşan bağlamları vardır. Rekabetin insan doğasına ait olduğuna ya da sonradan öğrenildiğine, devindiriciliğine ya da yıkıcılığına dair karşıt görüşler vardır. Ama rekabeti sadece ahlaken redderek yoksayamayacağımız kesindir.
Cinsiyet eşitsizliği ezilen tüm gruplarda olduğu gibi kadınlarda da cepheden karşına almak yerine kurnazlık eğilimleri geliştirir. Rekabet konusunda öyle çelişkili mesajlar alırız ki kesin şeyler söylemekte zorlanırız. Bir yandan kadınların hoş, sevimli, yumuşak ve verici olduğu söylenir. Rekabet, o kötücül davranış kadına hiç yakışmaz, olumsuz tanımlanır. Ama erkeklik için rekabet başarıya ulaşmanın, mücadelenin parçası olarak olumlanır. Rekabet eden kadın hemen erkeksi damgasını yer. Ya da bu kadın psikanalize göre ilk bebeklik deneyimlerimizde imgelenen kötü, mistik, herşeye kadir, mutlak, korkulan anneye benzer. Entrika çeviren, hırslı, haset dolu, isteğimizi karşılamayan, kötü kadındır.

Bu beklentilere bakarak bizden rekabet etmemiz beklenir diye düşünürüz ama işin aslı hiç de böyle değildir. Erkeklerle gücü paylaşmak için, sınıf atlamak için ya da onaylanmak için kadınlarla kıyasıya rekabete zorlanırız. Yani hem rekabetçi olmamalıyız, hem de rekabet etmeliyizdir. Gizli bir rekabete zorlanırız.

Psikanalizin açığa çıkarttığı gibi ataerkil ailelerde yetişen kadınlar, ilk onaylayıcı anne olmasına rağmen kısa sürede asıl gücün babada olduğunu anlarlar ve onaylanma için ya babaya yönelirler ya da anneyi ve kadınlıklarını redderler. Bu süreçte genellikle erkeklik idealize edilirken kadınlık değersizleştirilir. Erkeğe bağlı bir kadınlık imgelenir. Dahası erkek egemen sistemde gücü elinde tutan erkeklerdir. Çocukluğumuzdan itibaren bir erkeğin onayını almak için kadınlarla rekabet ederiz. Kendimizi bir erkekle karşılaştırmak yerine, güçsüz bulduğumuz kadınlarla rekabet ederiz. Erkeklerin üstünlüğünü daha kolay kabul eder onunla rekabet etmek yerine, gücünü paylaşmak için onayını almaya çalışırız. Amerika’da Northwern Üniversitesi’nde psikiyatri ve davranış bilimleri üniversitesinde yapılan bir araştırmada kadınların kadın otoritelere daha çok tepki gösterdikleri saptanmış. Herkesin kadın olduğu grupta, bir kadının liderliğe oynama ve rekabet etmesi tepkiyle karşılanıyor, kaba güç kullanılarak kürsüden indiriliyor. Kadınların yönettiği karma gruplarda, kadın lider “kadınsı olmayan”, “soğuk, duygusuz” ve erkek katılımcıya “komplo kuran” olarak tanımlandı. Erkeklerin yönettiği karma grupta kadınlar liderlik için aktif rekabetten kaçındı ve “hanım, hanımcık” tavırla geleneksel yapıyı yansıttılar ve erkek lidere bağlı uygun pozisyon için rekabet ettiler.

Ücretli çalışma hayatında yatay ve dikey cinsiyetçi ayrımcılıklarla iş bulmakta zorlanır, düşük ücret alırız. Orta ve üst sınıf kadınların dışındakilerin bekar kalarak tek başlarına geçinebilmeleri imkansızdır. Mühendislik benzeri profösyönel meslekli kadınların tek başlarına geçinebilmeleri mümkün olsa bile romantik aşk mistizmi ile soslanmış tedarikçi/kurtarıcı erkek ile-ona hizmet eden kadın düşlemlerini taşırız. Koca bulmak için birbirimizle rekabet ederiz. Sinek kadar kocam olsun başımda bulunsun.

Ayna ayna söyle bana var mı benden güzel bu dünyada?

Bir grup insanın bedensel ölçülerine ve deri renklerine göre dışlandıkları düşüncesi vicdanları rahatsız eder ama nedense kadınların bedenlerine göre değerlendirilmesi doğal bulunur. Güzellik neredeyse ırkçılığa varan bedensel ölçülere dayandırılır. Beyazlık ve incelik olmazsa olmazdır. Güzel olmayan kadın eksiktir, değersizdir. “Gerçek” kadın değildir. Bedensel çekicilik kalıplarına uymayan kadınlar, erkekler tarafından olduğu kadar kadınlar tarafından da dışlanırlar. Kadınlar için için güzellik onaylanma ve gücün paylaşılmasının araçlarındandır.

İyi Anne/Kötü Anne..Peki ya babalar?

Çocuk yapmak sadece bizi iş-ev olarak bölmez diğer kadınlarla da aramıza ayrımlar koyar. Ücretsiz nitelikli çocuk bakımı yokluğu, çocuğun bakım ve sosyalleşme sorumluluğunun üzerimizde olması bizi erkeklerden daha güçsüz bir konuma sokar. Bazılarımız ücretli çalışmayı bırakırlar. Baba olmak bir erkeğin hayatında fazla bir değişiklik yaratmamasına rağmen, kadınların tüm hayatını etkiler. Erkek egemen sistem nasıl iyi anne olunacağına dair geniş bir literatüre sahiptir. Şu kadar süre emzirmelidir, anne şu kadar zaman ayırmalıdır, evde oturması daha sağlıklıdır v.s.. Nedense babalık fazlaca kurcalanmaz.

Çocuk yapanlarla, yapmamayı seçen kadınlar birbirinden uzaklaşırlar. Çocuk yapanlar yapmayanları özgür, her istediğin yapabilen, cinselliğini rahatça yaşayan kötü kadın olarak imgeler ve tehditkar algılar. Yapmayan kadınlarsa anne olanları kadınsı, anaç, sevgi dolu verici imgeleştirerek kendilerini kısmen eksik ve uzak duyumsarlar.

Çocuklu kadınlar birbirleriyle hangi çocuk akıllı, iyi rekabetine girerler. Çocukları için ücretli çalışmayı bırakanlarla, çalışmaya devam edenler arasında da rekabet vardır. Evde oturanlar özgür zamana sahip, çocuklarıyla doyurucu zaman geçiren kadınlardır klişesi çok yaygın bir yanlıştır. Amerika’daki bir araştırmaya göre okul çağındaki çocuğu olan ev kadının ve ücretli çalışan kadının, çocuklarına ayırdıkları zamanlar aynıdır. (26 saat) Ev kadınları ev içi işler, çocukların eğitimi/kursları v.b. gibi bir sürü işe zaman ayırırlar. Ücretli çalışan kadınların çifte mesaii de ezilmeleri görülmeden sadece geniş sosyal çevreye sahip, özgür ve yararlı bireyler olarak tasarımlanması da o kadar klişedir.

Sonuç olarak erkek egemen sistem bizi güzel/çirkin, erkeksi/kadınsı, iyi anne/kötü anne, çalışan kadın/ev kadını v.b. ayrımlarla böler ve karşı karşıya getirir. Oysa kadınlarla rekabet etmek bizi daha güvensizleştirir. Toplumsal çözümlerden uzaklaştırır, mutsuz eder. Varolan erkek egemen iktidarın işine yarar. Diğer kadınlar ve kendimize ilişkin bize dayatılan klişeleri bırakıp, birbirimizin gerçek koşullarını anlamaya çalışmalıyız. Birlikte eşit ve özgür bir yaşam için mücadele zeminleri kurabiliriz. İşyerlerinde erkek hakimiyetine ve ayrımcılığına karşı kadınlarla dayanışma ağları kurabilir, yeni başlayan kadın arkadaşlara destek olabilir, deneyimlerimizi aktarabiliriz. Ücretli çalışanlar ve ev kadınları, ücretsiz ve nitelikli çocuk bakımının sağlanması için yanyana gelebiliriz. Kadınları sevmeye kendimizi sevmekle başlayabiliriz.

Beyhan Tayat (Endüstri Mühendisi)

Kaynaklar
1) Saç Saça Baş Başa / Kadınlar Arası Rekabet, Leora Tanenbaum
2) Duyguların Gücü / Psikanalizde, Cinsiyette ve Kültürde Kişisel Anlam, Nancy J. Chodorow

Konu hakkında yorumunuzu yazın...